''Deli değil, Zamansız''

     Felsefeye başlarken tercih ettiğiniz yolu inşa ederken , mesele ; duyular alemine duyulan güvenin sarsıcı ve değişmeye mahkum, istikrardan yoksun bir alem oluşunu kabul etmekle başlar. Onlar birer fenomen, ve herkesin bazı noktalarda farklı gördüğü farklı duyduğu fenomenlerdir, denir. Tipik ve basit bir temellendirme bile yapılabilirsiniz bu teori için , biyolojik bir temellendirme ; koku yorgunluğu kavramı. Belki hatırlayan vardır. Ta ortaokuldan bir fen bilgisi dersinden aklımda kalan enteresan, gereksiz bir bilgi. Eğer kötü kokan bir ortamda belli bir süreden fazla kalırsanız, burundaki duyu almaçları, koku sinirleri her zaman aynı yoğunlukta koku alamadığı için bir süre sonra o kokuyu duymamaya başlıyorsunuz. Yani bir süre sonra, istese de sizi eskisi kadar rahatsız edemiyor o koku. Soluduğumuzun bile farkında olmadığımız bir takım şeyler var. Halbuki içine çektiğin havanın bile bir süre sonra farkındalığını yitiriyor olmak epey sarsıcı bir gerçek. Deneyimlerimizden elde ettiğimiz, biriktirip kıyıya köşeye yerleştirdiğimiz, bakın bunlar böyle böyle, işte bunların arasında şu bağlantılar şekilleniyor dediğimiz her birikim ellerimizde patlayacak. Zira ''hiçbir şey göründüğü gibi değildir ; çünkü hiçbir şey görüntüden ibaret değildir.'' Buradaki görünmek yalnızca göz organıyla sınırlanan bir görünme durumu değil.Bu fikir tüm duyularınızda, etrafınızda gün boyu algıladığınız her fenomene göre şekil alabilecek bir fikirdir. Ve sağlamdır. Koku yorgunluğu meselesi aslında benim açımdan epey ilginç. Gerçekten kötü olduğunu bildiğiniz ve onu duymaya başladığınız anda baştan ayağa ürperip kaçmak istediğiniz bir kokuya bir süre sonra alışacağınızı bilmek gerçekten nasıl hissettiriyor? Hiç şüphesiz, epey kötü. Fakat biyolojik bir temelde , bunu avantaj olarak görmek de mümkün. Diyelim 20 dakika boyunca, o kötü kokuya maruz kalma mecburiyetindesiniz. İlk 10 dakikadan sonra burnunuz size müthiş bir güzellik yapacak ve son 10 dakikayı, farkındalığı neredeyse sıfıra indirmiş vaziyette geçirebileceksiniz. Öte yandan , fenomenal bir farkındalık seviyesiyle biz insanlar bir noktaya kadar idare edebiliyoruz. Kokularda bir yere kadar, biyolojide bir yere kadar. Olaylar çirkinleşiyor. Kokuların korkulara , biyolojinin psikolojiye evrildiği bir başka farkındalık alemi var. İşte bu alemdeki koku yorgunluğunun avantajlarını dezavantajlarını tartışmak lazım. Solduğumuz, ama farkındalığını yine de yitirdiğimiz (üstelik hiçbir sinirsel duyusal temeli olmadan) şeylerin açıklamasını nasıl yapacağız? Hiç oralı olmadan içimize çekip , ciğerlerimize dolan bir sürü hayata sahibiz. Neler ve neden, bizi, bir nefeste bütünleştiğimiz , ürküten ama yine de o odadan, o salondan, koku her neredeyse oradan çıkıp temiz hava almamızı imkansız hale getirir? Alışkanlıklar, anılar, kuruntular, en çok da korkular... Hepsi, belki de metafizik bir boyutta koku yorgunluğuna gebe şeylerdir. Kim bilir? Soluduğumuz her şeyin ve her saniyenin sorumluyuz. Soludukça sorumluluklar büyür. İşte tam da bu sebepten biyolojik temelde değil ama , ruhun yaptığı o soluma işleminde her daim kontrolümüzde olan şeylerle yaşıyoruz. Bakın duyuların direttiği , ama ruhun eliyle şekil verebileceği tarzda bir koku yorgunluğu da mevcut demek ki. Öte yandan , her mevzu da olduğu gibi koku mevzusunda da denge esas elbette. Köşe başında karşınıza çıkan bir kapıdan içeri girip, sarhoş olacağınız kokular da vardır, aşk gibi. O kokular gerçek kokular, onları yorulana kadar solumak gerek . Ve dünyanın en uzun süre solunmaya muktedir tek kokusu da zaten odur. Ya da tersine başka bir yolda , bir tünelin sonunda ,bilemediğiniz bir köşede karşılaştığınız insanların zehir zemberek kokuları.. Onlar için yorulmak daha kolay. Daha az çetrefilli. Çünkü içinize hemen nüfuz eder. Tam o anda ışıkları açıp , tünele sinen dumanın varlığını göremezseniz o zaman gözlerinizin önü buğulanır, yorgunluk tamamen sizle bir bütün olur, ve tünelin bir parçası olursunuz.. Tünelin bir parçası olmayın, elleriniz ışıklarınıza yakın yürüyün , kokuları iyi ayırt edin , ve yorulmayın. Yoruldukça farkındalığınızı yitirir, hissizleşirsiniz. Felsefede düşünen aklın diğer adı nefsdir. Nefsin aklına kulak verin , gözlerinizi dört açın ve farkında olun.




 

Yorumlar

Popüler Yayınlar