"O RÜZGAR ESMESEYDİ..." RASHOMON FİLM ANALİZİ
Japonyalı
yönetmen Akiro Kurosowa’nın 1950 senesinde beyaz perdede gösterilmiş olan
Rashomon filmi, sinema tarihi içerisinde gerçeğin muğlaklığı ve ego
kavramlarının işlenişi bakımından en önemli eserlerden biri olmuştur. Filmin
esin kaynağı olan ve iki ayrı hikayeden oluşan Ryunosuke Akutagova’nın aynı
adlı eseri de, Kurosowa’nın vermeye
çalıştığı mesajların anlaşılması bakımından önemli bir arka plan oluşturmuştur.
Kurosowa ‘nın film boyunca işlediği ana temaların perde arkasında Japonya’nın
savaş sonrası dönemine denk gelen zaman diliminde , açlık , kıtlık, iç savaş
toplumsal yozlaşma gibi, yüzleşilmekte olan
bir çok felaketin izlerini görmek de mümkün. Film boyunca karakterlerin
ve çekim mekanlarının aslında karmaşıklıktan ve detaylandırmadan uzak bulunduğu
izlenimine kapılmak olası görünse de , tüm bu az öge yardımı ile oluşturulmuş
senaryonun izleyiciye vermek istediği mesajın çok daha detaylı bir içerik
taşıdığına inanılmaktadır. Bu yazıda, Rashomon
filmi boyunca karakterlerin farklı bakış açıları üzerinden yorumlamaya
çalıştığı tek bir hikayenin , gerçek, ego , toplumsal kişilik , öznellik gibi
kavramların sosyolojik ve geleneksel bir zeminde nasıl konumlandığı
tartışılacaktır.
Filmin
başlangıcı, bir rahip ve köylü bir
adamın yağmurun ortasında harap bir mekana sığınmış vaziyette beklerken, köylü adamın yüzündeki
dehşet ifadesi ile yaşanılan korkunç bir öykünün varlığını kendi kendine
devamlı tekrar etmesiyle ilerler. Bahsedilen bu korkunç öykü, daha sonra
yanlarına gelen başka bir köylü adam ve onun öyküyü merak etmesiyle birinci
ağızdan dinlenmeye başlanır. Öyküde bir cinayet işlendiği vurgulanmaktadır.
Fakat bu cinayetin kim tarafından ve nasıl işlendiği sorusunun tek bir cevabı
olmamakla birlikte, ilerleyen kısımlarda kahramanların birinci ağızdan
verdikleri ifadelere göre bir çok farklı sonucu olduğu ve böylece öyküdeki gerçeğin farklı farklı
yorumlandığı anlaşılmaktadır. Rahip, hikayenin anlatılmaya başlandığı ilk
kısımda ona ; ‘’insanlığa inancı kaybedecek kadar kötü ‘’ bir öykü gözüyle
bakmaktadır. Rahibin film boyunca konumu, bir nevi insanlık ve onun temsil
ettiği değerlerin korunmuş olmasına bağlı olarak , bir vicdan ve inanç temsili
üzerinden şekillenmesi beklenen konumdur.
Filmin
akışı ve cinayetin anlatılışı, bu kısımdan sonra, tanıkların verdiği ifadeler
üzerinden şekillenir. Önce cinayeti işlediğinden emin olunan haydut Tajomaru
yakalanır ve onun ifadesi dinlenir. Filmde ismini bildiğimiz tek karakter de
aynı zamanda odur.
İfadelerin dinlediği kısımda , bu itirafları
ve olayı kimin dinlediği gösterilmemektedir. Herhangi bir şekilde yargıdan
sorumlu bir karakter içermeyen sahnelerde yalnızca karakterlerin olayı
anlattığı kısımlar verilmiştir. Bu da filmdeki anlatım tarzının, bir nevi
seyircinin tüm olanları bir yargıç konumuna girerek , kendisine anlatılıyormuş
izlenimi yaratmasını sağlamıştır.[1] Seyirci gerçeği
birbirinden tamamen farklı bakış açılarından dinleyip yorumlama imkanı
bulmuştur.
Tajomaru
adlı haydutun ifadesine göre cinayeti işleme nedeni, kendisi ormanda
uyuklarken önlerinden geçmekten olan bir samuray ve karısını fark etmesi ve kadını elde etmek için adamın
peşine düşerek onu tuzağa düşürmeyi planlamış olmasıdır. Kendisi bu olayı
anlatırken şu ifadeyi kullanır ; ‘’O rüzgar esmeseydi o adamı öldürmezdim..’’
Kadının varlığını farketmesinin nedeni esen rüzgarla birlikte yüzünü örten
tülün aralanmasıyla beraber tüm olayı kadın için planlamış olmasıdır. Tajomaru’nun
bütün ifadesi boyunca en çok hissedilen öğe bu karakterdeki bireysel arzuların
, bir çeşit haydut psikolojisi üzerinden verilmeye çalışan saplantılı
duyguların varlığıdır. Haydutun ifadesine göre ondan bu cinayeti işlemesini isteyen kadının
kendisidir. Samurayı tuzağa düşürdükten ve ellerini bağlayıp hareket edemez
hale getirdikten sonra kadına tecavüz etmiş ve olay kocasının da yanında
gerçekleşmiştir, kadın bunun üzerine
Tajomaru’dan bir çeşit sahiplenme ve kahramanlık beklemiştir. Ya onun ya
da kocasının yaşaması gerektiğini vurgulaması üzerine Tajomaru kendisini bu
sahiplenici ve kahramanca duyguya layık hissederek kocasını öldürmüştür. Bunu
kadının ona duyması gereken saygıyı yerine getirmek için yaptığını vurgular, ve
işlediği cinayetten, kadına zorla tecavüz etmesinden, adama kurduğu tuzaktan
açıkça bir gurur duyduğu hissedilmektedir. Tajomaru karakterinin cinayeti
işlemesinin arkaplanında yatan en önemli faktör, tüm süreci nasıl anladığı ve
anlamak istediği ile doğrudan bağlantılı görülmektedir.
Dilthey, anlamayı, anlamayı gerçekleştirenin
yeniden yaratımı olarak görür. ‘’Her
türden anlamanın gerçekleşebilmesi, insanın anlamayı gerçekleştirebilmesi için
birer ipucu niteliği taşıyan ifadelerin varlığıyla olanaklıdır. Arkasında basit
de olsa bir düşüncenin ya da insana ait bir durumun var olduğunu gösteren
ifadeler anlamanın gerçekleşebilmesinin zorunlu koşuludur.’’[2] İfade ve ifadenin
gerçekleştiği dil arasında kurulan ilişkide insanın kendinden hareket etmesi
ise onun içinde yetiştiği çevre ve kültürel ortamın izlerini taşımaktadır. Tajomaru’nun kullandığı ,ifadeler ve taşıdığı
izler , karakterinin egosunun ve özne ile nesne arasında kurduğu ilişkinin
açıkça bir dışavurumudur. Bir haydut, toplumsal bir sapma ile kendini
soyutlamış, acımasız bir karakter portresi çizmiştir. Karakterin kendini
anlatırken takındığı küstah ve saldırgan
tutum, oyuncunun etkileşimi başlatmak ve yönünü belirlemek isteyen kişi olmayı
amaçladığı anlamını taşıyabilmektedir.[3] O kendi imgesini ve gerçeklik tasavvurunu bir itirafla karşı
tarafa sunarken onda bırakmak istediği izlenim üzerinden hareket etmiş ve
oynamıştır. Hikayenin bu kısmında, ortada gerçeğin söyleniş ve aktarılışına
dair bir yalan ve tutarsızlık olduğu vurgulanır. Kadının hikayesini dinlemeye
geçmeden önce , oduncu şu cümleleri kullanır ; ‘’Herkes yalan söyler. Biri bir olayı anlatırken bunu yalnızca kendi
bildiği gibi anlatır. Çoğu zaman kendimize karşı bile dürüst olamıyoruz.’’,
Rahip için ise, insanoğlu zayıftır, ve bu yüzden yalan söyler.
Bu
noktada gerçeğin karakterlerce nasıl bölündüğü ve aktarıldığına dair seyircinin
kafasında çok daha net bir ayrım oluşmaya başlar.
Kadının
olayı anlatma şekli dinlendiğinde, Tajomaru’daki nefret, hırs ve öfkeden
bambaşka bir ifade tarzı kullanılmıştır. Hissedilen en yoğun duygu pişmanlık,
kendine ve duruma acıma , çaresiz bir kabulleniş üzerinden şekillenen bir
duygudur. Kocasının yanında haydutun saldırısına uğrayan kadın, Tajomaru adamla
ve kadınla bir şekilde dövüşmeden kaçtıktan sonra kadın kocasıyla ormanda
yalnız kalmıştır. Haydut kaçtıktan sonra hissettiği çaresizlikle beraber
kocasının ona oldukça kötü ve nefretle baktığını, onu suçladığını hissettiren
bir ifadeyle orda durmakta olduğunu görmüş ve bu duygu kadını bir çeşit utanç
ve öfke nöbetine soktuktan sonra oradaki hançerle kocasının bu bakışlarını
üzerinden çekmesi için onu öldürmüştür. Kadının hikayesindeki gerçeklik olgusu
ve olay karşısındaki tutumu haydutun hikayesinden tamamen farklıdır. Karakterin
oynamaya çalıştığı toplumsal ve öznel rol, yaşadığı olayın mağduriyetini ve
cinayetin arka planında yattığına inandığı haklı sebebi kendi statüsü ,
kocasının gözündeki konumu üzerindeki değişimi üzerinden çıkarmaya çalışmaktır.
Kocasının ondan nefret etmesine ve böyle bir olayın kendi suçuymuş gibi
herhangi bir keder ve öfkeye kapılmaması kadını çileden çıkartmıştır. Toplumsal
anlamda burada kadının konumu ve yeri, davranışlarının gidişatı da ona yapılan
muameleye etki tepki ilişkisi üzerinden yansıtılmıştır. Saldırıya uğrayan
kadının bir suçu olmaması gerekirken, onu öldürmesine neden olacak kadar
kocasının tutumunu birinci planda tutmuştur.
Kadının
hikayesini dinleyen rahip, yerli ve oduncu kadının doğru söylüyor olup
olamayacağı üzerine konuşmaya başlar. Yerli , kadınların başkasını kandırmak için daima gözyaşını kullandığını
ve anlattıklarının gerçeğe yakın olma ihtimalinin düşük olduğunu vurgular.
Burada özellikle Ortaçağ Tarihi boyunca da sıklıkla rastlanılmış olan kadın ve
kadının toplumdaki yeri ve temsil ettiği şeye olan bakış açısına dair ipuçları
bulmak mümkündür. Ortaçağ dönemi kadını
bünyesinde çelişkiler barındıran ve korkulması gereken bir figür olarak görmüştür.
Bu görüşün izleri uzunca süre devam etmiş ve yargılama söz konusu olduğunda da
göz önünde bulundurulmuştur.
Filmde
karakterlerin olayları anlatma şekli , herhangi bir ahlaki çizgi belirleme
yahut anlatılan cinayet olayı için sunulan gerekçelerin hangisinde haklı bir
arkaplana dayandırılması bakımından karmaşıklık yaratmaktadır. Toplumun farklı
statülerinden ve kendi içlerindeki öznel
tutumlar göz önünde bulundurulduğunda ahlak ve ahlaki olanın hangi konuda
deforme olduğunu anlamak zorlaşmaktadır. Özellikle girişte de belirtildiği
üzere savaş sonrası toplumsal ortamda bir nevi anomi yaşayan bireyin
davranışları konusunda neyin kabul edilebilir olduğuna dair bilinçsizliğinin de
etkisi hissedilmektedir. Özellikle haydutun kendine herhangi bir sınır koyma
ihtiyacı hissetmediği ve toplum dışındakini konumunun varlığını yansıtan
ifadeleri söz konusu olduğunda bu yorum daha da netleşmektedir.
Son
olarak, maktülün yani öldürüldüğü bilinen samurayın ifadeleri , bir medyum
aracılığıyla dinlenmiş ve gerçeğe dair bir başka görüş daha ortaya çıkmıştır.
Filmde maktülün, ölü bir adam olması sebebiyle yalan söylemesinin mümkün
olmadığı vurgulansa da, seyirci cinayeti bu açıdan dinledikten sonrada
kafasında bir suçlu ve madur kavramının oluşma ihtimali de aynı ölçüde
düşmektedir.
Maktül
cinayeti anlatmaya başlarken büyük bir haksızlığın ve kendisine karşı kurulmuş
bir tuzağın varlığını belirginleştirmiştir. Haydut karısına tecavüz ettikten
sonra kadın durumu kabullenmiş , bir bakıma ona kur yapmış ve sonrada kocasını
öldürmesini istedikten sonra kaçmıştır. Fakat haydut kadın gittikten sonra
adamı öldürmez ve iplerini çözüp kadının peşinden gider. Samuray ise kendini
kadının hançeriyle öldürür. Burada haydutun neden adamı öldürmediği ve onu
koruduğu sorusu akılları karıştırmaktadır. Bu tutarsız ve ahlaki bir zorlama
gibi görülen davranışın arkasında da tamamıyla maktülün gerçeğe bakış
açısındaki sapma hissedilmektedir. Onuru zedelenmiş olan samurayın bu duruma
düşmesine ve kendini öldürmesine neden olan tek sebep aslında kadının
kendisidir. Öte yandan onu hem tuzağa düşüren hem de sonradan kurtaran kişi de
haydut olmuştur. Suçlunun konumu bir anda değişmiştir.
Goffman, Günlük Yaşamda Benliğin Sunumu adlı
eserinde, tüm bu karakter ve oyuncların, onların gerçeği saptırma biçimlerinin
arkasından yatan nedenin, yaratmaya çalıştıkları izlenimler ve dramaturjik bir
takım yaklaşımları olduğunu vurgular. Kişiler kendi benliklerini dışarıya
sunarken bir çeşit performans sergilerler ve bu sergiledikleri performans
boyunca sahneledikleri gerçekliğin gerçek olduğuna kendilerini inandırabilme
eğilimindedirler. ‘’Oyuncular izlenim yönetimi amacıyla gözlemcilere
birkaç yönden idealize edilmiş bir izlenim sunmaya eğilimlidir. Kişi kendini
başkalarına sunduğunda performansı davranışlarından çok daha fazlasını, toplumun
resmi olarak onaylanmış değerlerini temsil etmektedir.’’[4] Kişi tüm bu sergilemek
istediği performansa bağlı kalarak kendi statüsünü koruma altına almaya,
başkasını suçlamaya ya da korumaya, bir takım gerçekleri örtmeye müsait bir
zemin hazırlar.
Filmin
devamında, tanıkların hepsini ifadesinin dinlenmesinden sonra, bir bakıma
sürpriz başka bir tanık daha olduğu ortaya çıkmıştır. Bu dördüncü tanığın da ifadesinin dinlenmesinin
ardından, cinayet senaryosunun tüm anlatılanlardan başka bir yüzü daha
olabileceği görülmektedir. Dördüncü tanığın ifadesi, gerçeğe dördüncü farklı
bir gözün bakış açısını yansıtmaktadır. Tanık önce susmayı tercih etmişse de ,
daha sonra olayın kendi şahit olduğu şeklini anlatır. Haydut Tajomaru kadına
saldırdıktan sonra önce ondan kendisini affetmesini istemiş, affetmezse
öldüreceğini söylemiştir. Kadın daha sonra , kocasının bu kadın için kendini
riske atmak istemediği fikrini anlayınca, bu sefer haydut ve samurayın
birbiriyle savaşmaları için onlara çift taraflı görünen bir oyun oynamış ve
böylece samuray ve haydut kendi
aralarında bir savaşa girmiş, en sonunda da haydut samurayı kılıçla öldürmüş
gibi görünmüştür.
Tüm
bu anlatılanlardan sonra, açıkça anlaşılmaktadır ki her karakterin düşünce
akışı ve olaylara olan öznel yaklaşımları hem farklı ahlaki ve toplumsal
ilkeler üzerinden şekillendikleri ipucunu verecek düzeyde yaklaşımlardır.
Burada senaryoya kuş bakışı yaklaştığımızda sorulması gereken soru ‘’Nasıl
düşünüyoruz?’’ olmalıdır.
William
James, düşünce akışı ve onun gerçeklikle olan ilişkisini değerlendirirken
, bütün gerçekliğin bir çeşit deneyimden
oluştuğunu ve bu deneyim sürecinde kurulan dış ortamla ve bireyle kurulan
ilişkilerdeki bağlamların değişkenlik gösterebileceği vurgusunu yapar.
Deneyimin içerisinde bilinç ve bilme
ilişkileri deneyimlediklerimizin akışına sürekli olarak eklenen yeni
deneyimlerle açıklanır. Dolayısıyla bir noktadan sonra düşünceler ve asıl olanı anlamak, nesnel olanı yorumlamak arasında bir ayrım
kalmaz. Ortada sadece deneyimlediğimiz şey vardır ve biz onun bir tarafına
öznel diğerine ise nesnel taraf deriz. Aynı şey, aynı zamanlarda farklı
bağlamlarda değerlendirilebilir.[5] Gerçeklik konusunda sadece
düşünce akışında bizi güdüleyen ve etkileyen her şey gerçek olarak farklı bir senaryo halinde
sunulabilir. Tüm bu güdülenme yahut
etkilenme durumlarını bir arada yaşadığımız süreç içinde de gerçeğin öznel ve
nesnel tarafları birbirine karışmış durumda görülebilir.
Zihnimiz,
deneyim ve gerçekliği yorumlama süreçlerinde seçicidir. Tüm bu seçicilik bir
anlamda kendilik bilincimizle de doğrudan bir bağlantıya sahip durumdadır.
Kendilik bilincinin yahut farkındalığının arka planında birçok sosyal, tinsel
faktörün etkisi görülmektedir. Bir
düşünce akışı ya da deneyim akışı içinde hangi noktada bütün deneyim ve
düşüncenin bize ait olma durumun nasıl sağlanacağı sorusu yanlış bir
temellendirmeye yol açmaktadır.[6]
Değerlendirme
Rashomon
filmi boyunca, Kurosowa’nın seyirciye
yansıttığı karakterler ve verdikleri ifadeler üzerinden varılması mümkün olan
en temel yargı, gerçeğin muğlaklığının arka planında bu karakterlerin nasıl bir
düşünce akışına sahip olduklarını, özneleri konuşturmanın ve dünyayla kurduğumuz ilişkilerin gömülü bir
teoriyi nasıl yorumlayacağını sorgulamak yatmaktadır. Film boyunca ve en son tanığın verdiği
ifadenin de yanında, her karakterde ortaya çıktığı görülen bir bencillik ve
hayatta kalma mücadelesi , karşı tarafı değilleme çabası bu sorgulamayı daha
etkili kılmıştır. Savaş sonrası Japonya’sının da sağlam bir eleştiri ve
analizini sunan film, ahlaki ve toplumsal yozlaşmanın farklı statüler ve
durumlar üzerinden yansımasını küçük bir cinayet vakası üzerinden yorumlamanın
imkanları göz önünde bulundurulmuştur.
Film
boyunca devam eden yağmur ve fırtınalı ortam, son tanığın ifadesi ve rahip ile
yerli adamla olan yüzleşmeden sonra bitmiş, ve güneş açmıştır. Bu noktadan
sonra Kurosowa’nın bir kaosun ilerisindeki ümide ve artık insanlardan
şüphelenmemenin imkansız oluşunun fark edilmesinden sonra bile devam etmekte
olan bir toplumsal iyileşmeye olan inancın varlığını hissettirdiği
anlaşılmaktadır.
Kaynakça
Acar,
Zeliha Burcu. «Nasıl Düşünüyoruz Sorusuna Bir Yanıt : William James Ve
Bilincin Varlık Olarak Reddedilmesi.» Felsefe Dergisi, 2006: 339.
Hülür, Banu. «Erving Goffman: Günlük Yaşamda
Benliğin Sunumu.» Abant Kültürel Araştırmalar Dergisi , 2017: 160.
Rashomon.
Yöneten: Akira Kurosawa. Hazırlayan Kazuo Miyagawa. 1950.
Soylu, Koray. «Savaş Sonrası Ahlaki Travma :
Rashomon.» Film Hafızası. 2018.
https://filmhafizasi.com/savas-sonrasi-ahlaki-travma-rashomon-1950/
(erişildi: Haziran 4).
Vanleene, M. Acar. «Wilhem Dilthey 'de Anlama
Üzerine.» Ankara Üniversitesi Dil Tarih - Coğrafya Fakültesi Dergisi,
2012: 163.
[1]Soylu, Koray. «Savaş Sonrası Ahlaki Travma :
Rashomon.» Film Hafızası. 2018.
https://filmhafizasi.com/savas-sonrasi-ahlaki-travma-rashomon-1950/ (erişildi:
Haziran 4).
[2] Vanleene,
M. Acar. «Wilhem Dilthey 'de Anlama Üzerine.» Ankara Üniversitesi Dil Tarih -
Coğrafya Fakültesi Dergisi, 2012: 163.
[3] Hülür, Banu. «Erving Goffman: Günlük Yaşamda Benliğin
Sunumu.» Abant Kültürel Araştırmalar Dergisi , 2017: 160.
[4] Hülür, Banu. «Erving Goffman: Günlük
Yaşamda Benliğin Sunumu.» Abant Kültürel Araştırmalar Dergisi , 2017: 164.
[5] Acar, Zeliha Burcu. «Nasıl Düşünüyoruz Sorusuna Bir
Yanıt : William James Ve Bilincin Varlık Olarak Reddedilmesi.» Felsefe
Dergisi, 2006: 339.
[6] Acar,
Zeliha Burcu. «Nasıl Düşünüyoruz Sorusuna Bir Yanıt : William James Ve Bilincin
Varlık Olarak Reddedilmesi.» Felsefe Dergisi, 2006: 340.
Yorumlar
Yorum Gönder